Güncellendi
preloader
saved
İşlem Başarılı !

Bizi tercih Ettiğiniz için Teşekkürler



Ailede Sorumluluk Şuuru

Ailede Sorumluluk Şuuru

post

Dr. Şerafeddin Kalay

EĞİTİM YAZILARI DERGİSİ

[Yıl: 2002, Sayı: 13, Sayfa: 15-26]

Âile, huzurun, sükûnun, saadetin, güzel ahlakın, güven ve emniyet duygusunun hissedildiği ve yaşandığı bir yuva olmalıdır. O zaman gerçek bir dünya nimeti haline gelir. Bir âile yuvasında, aile fertlerinin her birinin kendi üzerine düşen sorumluluğu bilmesi, yerine getirmesi ve bunun lüzumunu idrak eden bir şuurda olması bu güzelliklerin yaşanmasının esaslarından biridir. Belki de en önemlilerindendir.

Allah Rasûlü'nün(sav) mes'ûliyet şuurunu vurgulayan buyruğu birçok kardeşimiz tarafından bilinir ve değişik vesilelerle sıkça tekrar edilir:

“Hepiniz çobansınız ve sorumluluğunuz altında bulunanlardan sorumlusunuz. Emir seçilenler de bir çobandır. Bir erkek ailesinin başında bir çobandır. Bir kadın da kocasının evinde, çocuklarının başında çobandır. Hepiniz çobansınız ve sorumluluğunuz altında bulunanlardan sorumlusunuz.” (1)

Bu buyruk, hayat boyu bilinmesi ve hayatın her devresinde de dikkat edilmesi gereken bir buyruktur. Tekrar edilmeye, hatırlatılmaya ihtiyaç duyulan nebevî irşad ve ikazdır. Ancak sadece sözde bırakılmayıp gereğini yerine getirerek ve şuurlu olarak tekrarına, tavsiyeleşilmesine ihtiyaç vardır.

Âilede babanın vazifeleri, sorumlulukları vardır; annenin ve çocukların vazifeleri, sorumlulukları vardır... İster âile içinde, isterse âile dışında yaşasınlar büyük annelerin, büyük babaların sorumlulukları ve görevleri vardır. Akrabaların birbirlerine karşı sorumlulukları ve görevleri vardır... Bu çerçeveyi genişletip büyütmek mümkündür. Anca biz aileden fazla uzağa gitmek istemiyoruz.

 

Sorumluluk Şuurunda Yaygın Bir Hata

Günümüzün en ciddî sıkıntılarından birisi de mesûliyetlerin yeterince idrak edilememesi, vazifelerin yerine getirilememesi veya ihmal edilmesidir. Herkesin yapması gerekeni kendisinin değil, karşısındaki insanların bilmesi ve dile getirmesidir.

Bir başka ifadeyle evin hanımının görevlerini, erkeğin bilmesi ve dile getirmesi, evin erkeğinin görevlerini, hanımın bilip dile getirilmesi, anne ve babanın görevlerini çocukların, çocukların üzerine düşenleri ve yapması gerekenleri, anne ve babanın dillendirmesi, zaman zaman da birbirlerine karşı bu bilgileri silah olarak kullanmalarıdır.

Evin hanımı sıralıyor: “Evin erkeği dediğin eve eli boş gelmemelidir. O eli boş gelirse ben evde ne pişireceğim? Çocuklara ne yedireceğim, ne giydireceğim? Nasıl kendi üstüme başıma, çocukların giyimlerine dikkat edeceğim? Evin ihtiyaçlarını nasıl örteceğim? 'Yok' ile ne yapılır?.. Akşama kadar biz onun yolunu gözlüyoruz. Gelince bize asık surat, sinir, öfke mi getirmeli?.. İş yerinin, sokağın sıkıntısını neden eve taşıyor? Eve güler yüzle gelse olmaz mı? Bizi, çocukları sevindirecek bir şey yapsa olmaz mı? Bizim de halimizi hatırımızı sorsa!..

Bizim ilgiye ihtiyacımız yok mu? Herkesle ilgileniyor, bizimle ilgilenmiyor? Biz ondan çok şey mi bekliyoruz? Her hanımın, her ev halkının beklediklerini bekliyoruz. Daha ne yapalım?..

Çocuklarla o da ilgilenmeli. Hep benim başıma kalıyorlar, dertlerini, isteklerini hep bana söylüyorlar...

Hep zamanım yok diyor. Ne zaman zamanı olacak?..

Ne zaman dışarı çıkacağız? Biraz hava alıp eş dost göreceğiz? Ne zamandır annemi, babamı görmedim. Onları görmeye ne zaman sıra gelecek?..”

Evin erkeği bir başka telden çalıyor: “Hanım dediğin kocası gelmeden yemeği hazırlar. Kendine ve evine çeki düzen verir. Kocasını güler yüzle karşılar. Daha oturur oturmaz şikâyet sıralamaya başlamaz. Çocukları, ev eşyalarını, eksikleri şikâyet sırasına dizmez.

Zaten biz günün bütün yorgunluğuyla geliyoruz, bir de o üzmez. Evde huzur bulamazsak, şikayet üzerine şikayet, dert üzerine dert dinlersek halimiz ne olacak?.. Huzuru nerede bulacağız?

Biz dışarılarda geziyorsak keyfimizden mi geziyoruz? Onlar için çırpınıp duruyoruz. Kazancımın ne kadarı kendim için? Bu evde kendisine en az eşya alınan ben değil miyim? Ben iki senede bir ayakkabı değiştiriyorum. Çocuklar iki ayda. Yine de onlar şikayetçi...

Hep ilgi bekliyorlar. Benim ilgiye ihtiyacım yok mu?..

Neden akşam yatarken, sabah kalkınca eşyamı yerli yerinde bulamıyorum? Neden bir baba gibi, bir koca gibi yeterince ilgi, yakınlık, hürmet görmüyorum?..

Bu cümleleri sayfalar dolduracak şekilde sürdürmenin mümkün olduğunu biliyorsunuz. Çünkü sizler de bu hayatın içinde yaşıyor bunlarla karşılaşıyorsunuz.

Çocuklar anne ve babaların görevlerini bütün incelikleri ve detayları ile sıralıyorlar, anne ve babalar da çocukların... Bu sadece âilede değil cemiyet içinde de bir salgın hastalığa dönüşmüş durumda. Öğretmenler öğrencilerin, öğrenciler öğretmenlerin, cemaat hocaların, hocalar cemaatin, komutanlar askerlerin, askerler komutanların, bürokratlar siyasîlerin, siyasîler bürokratların, idareciler memurların, memurlar amirlerin ne yapması, nasıl davranması gerektiğini çok iyi biliyor. Birçok insan kendi işi olmayan alanlarda fikirler yürütüyor, yol gösteriyor, kararlar veriyor, verilmesini istiyor, elinde imkân varsa zorluyor, hatta tehdit ediyor... Yürütülen bu fikirlerin, dile getirilip kelimelere dökülenlerin hepsi yanlış değil. Çoğunun doğru olduğu bir gerçek. Bir hanımın kocasının üzerine düşenleri, yapması gerekenleri söylerken sözleri yabana atılmamalıdır. Aynı şekilde kocanın hanımı ve eviyle ilgili söyledikleri de... Bunların bir kısmı hissi veya imkâna bağlı meseleler olsa da çoğu doğrudur, olması gerekenleri dile getirir. Çocuklarla ilgili olanlarda da, cemiyetin içinde dillendirilenlerde de nice doğrular vardır...

Ancak ortada çok ciddi bir yanlış vardır. Herkesin kendi üzerine düşenleri, yapması gerekenleri değil, karşı taraftaki insanların üzerine düşenleri ve yapması gerenleri bilmesi ve dillendirmesidir. Bu iddialaşma, karşılıklı suçlama ve niza getirir. Herkesin kendi üzerine düşeni idrak etmesi, yerine getirmek için çalışması ise huzur ve güven kaynağı olur, karşılıklı anlayışa kapı açar ve yardımlaşmaya zemin hazırlar.

Yanlıştan Doğruya

Evin hanımı; “-Ben evin hanımıyım. Üzerime düşeni yapmalıyım. Kocam işten yorgun dönüyor. Onu güler yüzle karşılamalı, yemeğini hazırlamalıyım. Ona yorgunluğunu ve sıkıntılarını unutturmalıyım. Efendimiz(sav); “Sana kişinin koruyacağı en hayırlı hazineyi haber vereyim mi? Sâliha kadın. Baktığında gönlüne sürur verir. Bir şey söylediğinde itaat eder, yerine getirir. Yanında olmadığın zaman, hem malını hem de iffetini korur. '12) buyuruyor. Ben saliha kadın olmalıyım. Evinde huzur ve saadetin kaynağı olmalıyım. Çocuklarım için de şefkatli, dirayetli ve becerikli bir anne olmalıyım...

Evime, eşyamıza, kendime, çocuklarıma dikkat etmeliyim. Çocuklar için asıl mürebbî annedir. Onların ahlâkı, annenin ahlâkı ve davranışlarına bağlıdır. Yarınlar için güzel çocuklar yetiştireyim. Önce ben bana düşeni yapayım... Kendi anneme babama, büyüklerime hürmet etmeliyim. Çocuklarım büyüklere hürmeti ve hizmeti benden görmeli. İbadet sevgisini benden almalı... Tutumlu davranışı, kanaatkârlığı bende görmeli. Çocuklar birinci derecede dili anneden öğrenirler. Onun için asıl dillerine "ana dili” denilir. O ana dilini öğrenirken benden duyduğu güzel kelimelerle öğrenmeli..." demeli ve dediklerine uygun hareket etmelidir. Doğru olan budur. Evin erkeği de; “Hanımımın ve çocuklarımın yanına dönüyorum. Onları saadet, huzur ve güven hissettirmeliyim. Benim eve dönüşüm sevinç kaynağı olmalı. Evimin ihtiyaçlarını götürmeliyim. Eşime, çocuklarıma yakınlık göstermeli, onlarla güzel duygular paylaşmalıyım. Günün yorgunluğunu ve sıkıntılarını çocuklarıma taşımamalı, onlarla yorgunluklarımı, sıkıntılarımı yok etmeliyim. Kâinâtın Efendisi; "Mü'minlerin imani en olgun olanı, ahlâkı güzel olan ve ailesine hoş muamelede bulunan, onlara karşı sevgi ve şefkatle davranandır..”(3) buyuruyor. Ben Rasûlullah'ın ümmetindenim. Ona layık birisi olmalı, Rabbimin rızasını kazanmalıyım. Âileme, çocuklarıma, yakınlarıma örnek olmalıyım. Çocuklarım ve âilem benim davranışlarımla onur duymalı. Âilem önce benden sorulur. Onların güzel olmasını istiyorsam önce ben güzel olmalıyım. Kendim güzel ahlâklı, hayırlı bir insan olmadan bunları başkasından nasıl isteyebilirim? Büyüklere hürmette, küçüklere şefkatte güzellikler sergileyebilmeliyim. Çocuklarım bunu benden görmeli ve öğrenmeli. Benden kabalık, çatık kaş, acı söz duyarlarsa nasıl güler yüzlü, tatlı sözlü, güzel ahlâklı insanlar olurlar?

Onlara helal rızk temin etmeliyim. Bu benim görevimdir. Onları kimseye muhtaç etmemeliyim. Yuvama haram sokmamalıyım, Bu yuvamı bereketlendirecek, bana ecir kazandıracaktır..." demelidir. Ve daha nice doğrular sıralanabilir. Bunlar hep bildiğimiz şeylerdir. Sadece bildiğimiz şeyler olmamalı, aynı zamanda paylaştığımız ve yaşadığımız şeyler haline gelmeli ve devamlılık kazanmalıdır.

Bu sözlerin benzerlerini çocuklar için de düşününüz... Hayatın diğer dallarında da... Her ferd kendi sorumluluğunu bildiğinde ve yerine getirmek için gayret ettiğinde yuvalara huzur ve saadet gelecek, yuvalarda canlanan saadet cemiyete aksedecektir.

İnsan hatasız olmaz. Bu gerçek bilinmeli ve kabul edilmelidir. Âile içinde de hatalar olabilir. Bu hata ailenin her ferdinden gelebilir. Küçük hatalar işlendiğinde yerli yerinde ve iyi üslupla yapılacak ikazlar veya ikaz edici ömek davranışlar hemen karşılık bulacak, aile de birbirini affetmenin, hoş görmenin gönle verdiği sıcaklığı hissedecektir.

 

BABALAR

Erkekler fıtrat olarak dış dünyada, yani ev dışında çalışmaya daha müsaittirler. Bu, hem bedeni açıdan, hem de karşılaştıkları hadiselere karşı hissiyata kapılmadan uygun tepki gösterme açısından böyledir. Meşakkatli işlere daha rahat göğüs gerebilir, iklim değişikliklerine daha fazla uyum sağlayabilir, kalabalık zeminde daha rahat hareket edebilirler. Açlığa, susuzluğa, havasızlığa, uzun soluklu işlere tahammülleri daha çoktur. Sıralayabileceğimiz bir dizi sebeple şer-i şerif ailenin nafaka temini sorumluluğunu evin erkeğine vermiştir. Onu bu yönde teşvik etmiş ve nafakanın helal yoldan temin edilmesini istemiştir.

 

NAFAKA

Bir insanın helalinden rızk kazanarak evine getirmesi, hanımının ve çocuklarının nafakasını Allah rızasına uygun bir şekilde temin etmesi, onlara izzetli ve şerefli bir hayat sunması hafife alınacak, küçümsenecek bir davranış değildir. Hele de dış dünyada fırtınaların estiği bir zaman diliminde. Esen çarpık fırtınalara bütünüyle göğüs germek. Şeytan'ın süslediği, ambalajladığı kirli dünyalıkların kirini tanımak ve onlara sırt dönmek, el emeği, alın teri, göz nuru ile geçim temin etmek elbette ecri hak eden bir davranıştır. Bu asil ve nezih bir görevdir. Allah Rasulü nün hizmetinde bulunan Sevbàn(ra) Allah Rasulü'nün(sav); En faziletli dinar, bir insanın kendi ailesinin nafakası için sarf ettiği dinardır. Allah yolunda cihad için bineğine sarf ettiği dinardır. Allah yolunda cihad eden arkadaşlarına sunduğu dinardır."- buyurduğunu bizlere aktarır.

Nitekim hadisin rivayet zincirinde ver alan Ebu Kılábe (rh.a.) şöyle der: “Küçük çocukların nafakasını temin ederek onları diğer insanlara muhtaç olmaktan, başkalarının mallarına göz dikmekten kurtaran, onları korunup kollayan, verişip faydalı insanlar olmaları için gayret eden veya faydalı insanlar olmaları, muhtaç duruma düşmemeleri için Allah'ın vesile kıldığı bir insanın ecrinden daha büyük bir ecir nasıl olur ki?..

İnsan yavrusu diğer canlıların yavrularından farklıdır. Onun anne ve babaya ihtiyacı diğer canlıların anne ve baba ihtiyacından daha fazladır. Belli bir çağa erinceye kadar anne ve babasının nafaka teminine, sevgi ve sıcaklığına ihtiyacı vardır. Onlar olmadan hayat basamaklarını tırmanamaz.

Bir geyik yavrusu doğduğundan birkaç dakika sonra ayağa kalkar, yürümeye, çok geçmeden de koşmaya başlar. Bir ördek yavrusu doğuştan yüzmeyi bilir. Onların anneye ihtiyacı olsa bile bu ihtiyaç fazla değildir. Babaya ise hiç ihtiyaç duymazlar. Kuş yavrularının çoğu gıda ve korunma için anne ve babaya muhtaçtırlar. Balık yavruları çok defa anne ve babasını hiç görmezler. Hayatını devam ettirmek için onlara ihtiyaçları da yoktur. Fakat insan yavrusunun anne ve baba ihtiyacı gerçekten büyüktür. Yaratılışları da buna uygundur...

Evin hanımının da erkeğinin sunacağı nafakaya ihtiyacı vardır. O, bu sayede üzerine düşen annelik ve hanımlık görevlerini tam yapabilir. Onun görevlerini tam yapması yuvaya huzur ve istikrar getirir. Erkeğin kendisinin de buna ihtiyacı vardır.

Elbette ki hanımına ve çocuklarına gönül huzuru ve sevgiyle sunulacak nafaka, sunan kişiye ecir kazandırır. Onun içindir ki Allah Rasûlü(sav), Sa'd İbn Ebî Vakkas'tan(ra) gelen bir rivâyette; “Allah rızasını arzulayarak sarf ettiğin her nafakadan mutlaka ecir alırsın. Hatta hanımının ağzına koyduğu lokmadan bile," buyurur. "(6)

Âile sorumluluğunu yüklenmiş bir insanın hanımına ve çocuklarına başkalarının üzerinde hakkı olan para, haram parayla alınmış gıda götürmesi büyük bir şuursuzluk, gerçek bir nankörlüktür. Başkalarının acı ve sıkıntılarının, gözyaşları ve bedduâlarının üzerine saadet kurulmaz.

Kumardan gelen paralar nice hanelerin yıkılmasına, nice insanların nafakasızlık çekmesine sebep olan paralardır. Alın teri, göz nuru taşımayan dünyalıktır.

İçki satışından gelen paralar nice yuvaların içini huzursuzlukla dolduran, nice küfür, isyan ve çirkin sözlerin dile gelmesine sebep olan paralardır. Nice yuvalarda zulüm ve baskının sebebi, yaşanan cemiyet içinde nice suçların, iğrençliklerin kaynağı, teşvikçisi, tahrikçisidir.

Bar, pavyon, meyhane açanların, kötülük ve çirkeflik için merkezler kuranların, içki büfelerini, kumarhaneleri kazanç tezgâhı, haram yolları kazanç kaynağı kabul edenlerin nasıl bir duygu, nasıl bir şuur taşıdıkları üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur.

Elbette dile getirilen bu misallerden daha iğrenç, daha zalimce ve daha büyük kazanç yolları da var. Tasvirinden bile hoşlanmadığımız yollar... Kazançlarını çirkin temeller üzerine oturtanların, binlerce insanı günaha sürükleyerek bundan kazanç temin edenlerin ve itibar görenlerin varlığı ne yazık ki bilinen bir gerçektir...

Bunlar birkaç saniyeliğine de olsa göz önüne getirilmeli, sonra yuvalara helal kazanç taşımanın nasıl bir nimet olduğu üzerinde tefekkür edilmelidir. O zaman helal kazancın kıymetinin daha iyi anlaşılacağını ümit ediyoruz.

Her mü'min kire, pasa, çamurlara ve necasete bulaşmamak için gayret etmeli, helal kazanç için çırpınmalı, veren Allah'a hamd etmeli, şükretmeli, kazancının bereketi için duâ etmelidir...

Çocuklarınıza getirdiğiniz rizik az da olsa, bunun kirli çok ile kıyaslanamayacak kadar değerli olduğunu biliniz. Az demeyiniz, helal lokma getirmenin gururunu ve şuurunu yaşayınız. Eşinize, çocuklarınıza da bu şuuru aşılayınız. Eşler ve çocuklar da helal kazancın kıymetini bilmeli, kanaatkârlığın, şükrün güvenli limanında huzur duymalıdır. Hırsın, aç gözlülüğün, nankörlüğün iyi sokaklara kapı açmayacağını idrak etmelidir.

 

ÂİLEYİ YÖNLENDİRME

Zikr-i Hakîm'de cennet ehlinin cennetteki hali tasvir edilirken gönüllere ümit ve sürur veren bir inceliğe dikkat çekilir ve şöyle buyrulur:

“İman edenler ve gönüllerinde iman nuru taşıyarak onların yolundan yürüyen nesilleri var ya, işte biz onların zürriyetinden gelen bu insanları da onlara katarız. Onların amellerinden de hiçbir şey eksiltmeyiz. Her insan, kazandıkları karşılığı rehindir.” (Tûr, 52/21)

Bu âyet-i kerîmede, cennet nimetlerinin, mü'min gönüllerin kendi neslinden gelen ve gönlünde iman nûru taşıyan insanlarla bir araya gelmesiyle daha da kemal bulacağı, bununla sevince sevinç, coşkuya coşku katılacağı dile getirilir. Ayrıca hayırlı bir neslin, asırlar sonra da İslâma gönül vererek, hizmet ederek hak yolda yürümeye devamı için anne ve babaların zemin hazırlamasına teşvik vardır...

Bu onların ecirlerini çoğaltacak, ailesiyle cennette buluşma saadeti yaşatacaktır. Bu farklı bir nimettir. Dünya hayatında gerçek saadet nasıl âile ve dostlarla elde edilirse, ebedî âlemde de bir araya geliş, aynı lütfa eriş saadete saadet ekleyecektir.

Eşya zıddıyla daha iyi tanınır. Hüsran, kazancın zıddıdır. Şu âyet-i kerîme de aynı mânâyi diğer bir açıdan tamamlamakta, vurgulamak istediğimiz manânın daha iyi anlaşılmasına yardımcı olmaktadır: "De ki: Gerçekten hüsrana uğrayanlar, kıyamet günü hem kendilerini hem de ailelerini hüsrana sürüklemiş olanlardır. Bilesiniz ki kesin, açık ve net hüsran işte bu hüsrandır.” (Zümer, 39/15)

Evet, gerçek saadet, cennette bir insanın ailesi ve gelecek nesillerle bir araya gelişiyle kemal bulduğu gibi, insanı binlerce kere kahretmesi, pişmanlıkla kıvrandırması gereken zarar ve hüsran da kişinin ailesiyle ile birlikte hüsrana sürüklenişi, ebedî azabın pençesinde birlikte kıvranışıdır. “Paylaşılan sevinçler çoğalır, acılar azalır” denilir; ancak ebedî hayattaki acıyı paylaşma, azabın tesirini azaltmayan, aksine çoğaltan, katlayan bir paylaşmadır; çünkü geçici değildir, gün geçtikçe acılara acı katılmasına sebep olacaktır. Bu, beraberlik sevinç hissettirmeyen bir beraberliktir. Âilenin ve gelecek nesillerin hüsranına ve sonunda azaba sürüklenişine zemin hazırlayanın acı ve ıstırabı, şüphesiz daha da dehşetli olacaktır...

Âileyi hayırlı hedefe yönlendirme birinci derecede evin erkeğinin görevidir. Sonra hanımın... El ele verilmesi ve hakka doğru yürünmesi en doğru olandır. Bunun için temel hedefler konulmalı ve gerçekleştirmek için birlikte azm ve gayret gösterilmelidir. Gayretler ve samimiyetler mutlaka güzel meyveler verecektir.

ANNELER

Yuva içinde ve çocuklar üzerinde en fazla tesiri olan annedir. Onun güzel ahlâkı yuvayı aydınlatır, onun kötü ahlâkı yuvayı karanlıklara gömer ve huzursuzluk fırtınalarına teslim eder. Eve o sahip çıkar, o şekillendirir, çocuklara daha çok onunla dertleşir, ona sığınır, ona yakınlık duyar. Evde çok bulunmaması sebebiyle çocuklar babaya düşkün görünseler de gerçek böyledir. Evin huzurunda asıl unsur kadındır. Çocuklar ilk kelimelerini daha çok ondan öğrenirler. Bunun için yerinde bir ifadeyle insanın çocukluktan öğrenip konuştuğu dile “ana dil” denilir. Bu kelimelerin güzel ve hayırlı kelimeler olmasında, doğru manaya kullanılmasında ve düzgün telaffuz edilmesinde onun payı büyüktür. Çocukların maddî, manevi sağlıklı büyümelerinde de onun rolü büyüktür...

Yuvasının bu gününü ve yarının düşünen anneler, nasıl bir şuurla hareket etmelerinin farkında ve şuurunda olmalıdırlar...

 

ÇOCUKLARIN MESULİYET ŞUURUYLA YETİŞMESİ

Bizim burada en fazla üzerinde durmak istediğimiz de budur. Çocukların sorumluluk alma şuuruna, olgunluğuna ermesi, bilgi, tecrübeleri ve kendileri güvenlerinin artmasıdır. Her ferdin hayat merdivenlerini tırmanırken kendi mesuliyetini bilmesi ve yerine getirmesi güzel olduğu gibi, henüz basamakların başlarında olan çocuklara uygun şartlarda iş ve sorumluluk vermek, onları yerine getirmelerini beklemek, bu konuda onlara güvenmek, onların fikir ve zekâ olarak gelişmesine ve olgunlaşmasına yardımcıdır. Bu yardım zannedildiğinden daha tesirli, daha öğretici ve eğiticidir.

Bilgiler sadece öğretim yoluyla elde edilmezler. Eğitim ve öğretim yoluyla elde edilen bilgiler her ne kadar daha hızlı ve programlı ise de hayat tecrübelerinin öğrettiği bilgiler daha sağlam ve kalıcıdır.

Sorumluluk üstlenmesi ise çocuğa ayrı bir güven ve tecrübe verir. Yerine ve zamanına göre bunların hepsine ihtiyaç vardır.

Bilindiği gibi Allah Rasûlü(sav) henüz 19 yaşlarında olan Üsâme'yi devrine göre oldukça büyük bir ordunun başına vermiş, Bizans hudut boylarına göndermek için hazırlık yapmıştı. Ordu Medîne'den ayrılmış, hazırlıkları gözden geçirmek ve eksiklerini tamamlamak için Medîne dışına çıkmış ve orada karargâh kurmuştu. Allah Rasûlü'nün hastalanmasıyla karargâh kurduğu yerden ayrılamamış, Allah Rasûlü'nün vefatından sonra Ebu Bekir(ra) tarafından yola çıkarılmıştı. Üsâme(ra) üstlendiği vazifeleri hakkıyla yerine getirerek Medîne'ye dönmüş, herkesi sevince boğmuştu.

Allah Rasûlü'nün henüz gençliğinin baharında sayılan ve şüphesiz hayat tecrübesi az olan Üsâme’yi komutan tayin etmesinin, üzerinde çok ciddi olarak düşünülmelidir.

Bu ağır mesûliyet verilişine Üsâme(ra) açısından bakıldığında görülecektir ki, böyle bir seferin ona kazandırdığı bilgi ve tecrübe, ilmî seviyesi son derece iyi ve donanımı fevkalade bir üniversitenin kazandıracağı bilgi ve tecrübeden çok daha fazladır... Unutulmayacak bilgi ve tecrübelerdir.

Başkasının sorumluluğu altında iş yapan veya yardımcı olarak işe katılanlar ile asıl sorumluluğu üstlenen ve neticede aynı işi yapanlar arasında da çok ciddî farklar vardır.

Yukarıda da yaşı belirtildiği gibi Üsâme(ra) çocuk değildi. Ancak öğrenme ve tecrübe edinmenin en canlı olduğu çağlardadır. Bizim de vurgulamak istediğimiz sorumluluk üstlenmenin yetişmedeki payı ve kazandırdıklarıdır. Her çağda faydası olduğu gibi, gelişme, yetişme ve öğrenme çağlarında şüphesiz daha faydalıdır....

 

Çocuklar, küçük yaşlardan itibaren, yaşlarına uygun küçük sorumluluklar verilerek yetiştirilmeli, gerektiğinde uzaktan takip edilerek üstlendiği vazifeyi başarması için önüne çıkan engeller ortadan kaldırılmalı veya kendisine yol gösterilmelidir. Verilen işte ona güvenilmeli ve bu güven kendisine hissettirilmelidir. Büyükleri tarafından kendisine güven duyulması, hem onun başarısına tesir edecek, hem de özgüveninin artmasına, kendisine güveni olduğu için de girişken olmasına vesile olacaktır. Bu da yeni başarıların elde edilmesini sağlayacaktır. Henüz yeni yürüyen bir çocuğun eline bir şey verip; “Hadi bunu anneye götür!" veya “babaya, amcaya, ablaya götür, ver!” denilince, çocuk da denileni yapıp alıp götürünce, başardığı bu işle ne kadar mutlu olduğuna dikkat ediniz. Bakkala, simitçiye parayı onun vermesi küçük dünyasına sevinç katacaktır.

Kuzuyu ağıla onun katması, avucundan ona tuz yalatması, mutfaktan bardağı düşürmeden getirmesi, biraz büyüyünce küçük kardeşini kucaklayabilmesi, sallayarak uyutabilmesi, sobayı tutuşturabilmesi, kırdan papatya toplayıp ondan kolye yapabilmesi, evde pişirilen çöreği komşu ve dostlara onun dağıtması hep böyledir...

Bir çocuğun büyüklerin yapabildiği bir işi başarması, bir konuda sorumluluk alması da bunun gibidir. Aldığı sorumluluk onu olgunlaştırır, ulaştığı başarı sevindirir ve kendisine hayat boyu kullanabileceği bir tecrübe kazandırır.

Yaş büyüdükçe çocuğa verilen sorumluluk da büyümeli, çocuk verilen sorumlulukların da giderek büyüdüğünü anlamalı, böylece kendisine güvenildiğini, yükseldiğini hissetmelidir. Çocuklarımıza duyduğumuz güvensizliğin, “o henüz çocuk, böyle bir işin altından kalkamaz," anlayışının ve bu duygularla çocuklara sorumluluk verilmeyişinin çocuklarımızın çekingen yetişmesine sebep olduğu bir gerçektir ve ne yazık ki bizim çocuklarımız, ortalama olarak birçok ülkenin çocuklarından daha çekingendir. Çekingenlik ile hayâ veya hürmet duygusu, farklı duygulardır ve birbirine karıştırılmamalıdır.

Ayrıca çocuk, hep korunulan, hep kendisine hizmet edilen, her ihtiyacı olduğunda yanına koşulan, her istediğini, ağlayıp sızlayarak başkalarına yaptıran biri olmaktan kurtarılmış olur. Birçok şeyi kendi kendisine başarmanın mümkün olduğunu görür, hazzını duyar. Çocuk her düştüğünde yanına koşulmamalı, senden yardım isteyen, gelmen için dönüp sana bakan gözlerine bakarak; “- Haydi, hop de kalk yavrum! Sen aslan gibi kalkarsın!” demek ve kendi kendine kalkmasını beklemek daha doğrudur. Ancak tehlikeli düşüşlerde yanına koşulmalı, kendisiyle ilgilenilmelidir. Hayatın, düşe kalka devam ettiği, bütün bunların üstesinden gelebileceği ona öğretilmelidir. O, şefkate de muhtaçtır, kendisine güvenilmesine de...

Her çareyi, her derdine devayı anneden, babadan, büyüklerden bekleyen çocuklar görür olduk... Canının sıkıntısına, havanın sıcaklığına, yağmurun yağışına, yolun uzunluğuna, arabanın sıkıcılığına bile annesinin çare bulmasını isteyenlere şahid olduk... Bu tür istekleri bile yerine getirebilmek çırpınan anne, babaları da... Böyle anne ve babaların kendilerine eziyet etmelerinin yanında her dediğine koştukları çocuklarına da iyilik etmedikleri, hatta kötülük ettikleri ortadadır... Çocuk kendi kendisine yetmesini öğrenmeli, yardım istediğinde, gerçekten yardıma ihtiyacının olduğu bilinmelidir.

Belli bir yaştan sonra ufak işlerde anne ve babasına, evin ihtiyaçlarına, kendisinden küçük kardeşlerine yardım edebilmeli ve hem kendine güveni, hem mes'ûliyet duygusu, hem de kabiliyetleri artmalıdır. Böylece kendisine yönelen sevgi de artacak, ev bütünlüğünde güzel bir yeri olacaktır. Bu yetişme tarzının hayat boyu faydasını görecektir...

Çocuklarımız idealleri ve inandıkları dava uğruna fedakârlık sergileyebilecek, mesuliyet üstlenebilecek bir şuurda yetişmelidir. Bu, onlara hem dünyada, hem de ebedî hayatta sayısız fayda temin edecektir. Asr-1 Saadette Hak Dava uğrunda mesûliyet üstlenme ve onu yerine getirme ile ilgili, en fazla yad edilmeyi hak eden çocuklardan biri şüphesiz Hz. Ebubekir'in oğlu Abdullah(ra)'tır. Onun yaptıklarına dikkat ediniz:

Abdullah(ra) hicret sırasında henüz çocuk denecek yaşlardadır. Onun hicret sırasında üstlendiği sorumluluk, hakkıyla yerine getirdiği görev hepimizin hayranlık duyacağı, her çocuğun örnek alması ve unutmaması gereken güzellikte ve değerdedir.

Rasûlullah(sav) Efendimiz ve Ebubekir(ra) müşrikleri hem yanıltmak hem de ilk hızlarını kesmek için aksi istikamete yönelmişler ve gelerek Sevr Dağı'nın zirvesinde bulunan mağaraya saklanmışlardı. Abdullah onların saklandığı yeri biliyordu. Yaşının küçüklüğünden de istifade ederek dikkatleri çekmeden Mekke'de dolaşıyor; her toplantıyı, her konuşmayı takip ediyor; ekipler ve çıkarıldıkları güzergâhlar hakkında bilgiler topluyor, neler düşünüldüğü, neler planlandığı konusunda elde ettiği bilgileri, Allah Rasûlü'ne(sav) ulaştırıyordu. (7) Gecenin karanlığından istifade ederek Mekke ile Sevr arasındaki yamaçları, tepeleri aşıp kimseye görünmeden dağa tırmanıyordu.

Onun bu unutulmaz hizmeti, gayret ve cesareti mağarada kalınan üç gün devam etmiştir. Geceleri bir süre mağarada dinlendiğini biliyoruz. Bunun dışında ne zaman dinlendiği, ne zaman karnını doyurduğu, buna nasıl fırsat bulduğu konusunda fazla bilgimiz yok. Ancak bu küçük yiğidin yaptığı, başardığı unutulmayacak güzelliktedir ve yâd edilmelidir.

Üçüncü gece, bu küçük yiğit mağaraya yine gelmiş, müşriklerin artık ümitsizliğe kapıldıklarını, takibe çıkanların eli boş ve yorgun döndüklerini, arama hızlarının kesildiğini, Allah Rasûlü'ne(sav) haber vermişti. Onun getirdiği bu haber üzerine Rasûlullah(sav) Efendimiz yol rehberi Abdullah İbn Uraykıt'a haber göndermiş, binekleri alarak dağın eteklerine gelmesini istemişti. Yol rehberine haberi de yine bu küçük delikanlı götürmüştür. Hicret yolculuğu da böyle başlamıştı. Daha sonra ailenin geri kalanlarıyla küçük Abdullah da hicret etmişti.

Abdullah(ra) o günlerde çocuk denecek yaştaydı ama gerçekleş tirdiği iş çok büyüktü. Onun böyle bir kıvrak zekâya sahip oluşu, yorulmadan, çekinmeden azimle görevine devam etmesi, gecenin karanlığında korkmadan, ürkmeden tepeler aşıp her gün Sevr'e çıkması, unutulmaması, gıpta edilmesi gereken bir hizmettir. Sabri, sebatı, dayanıklılığı, cesâreti Allah Rasûlü'nün ona duyduğu güven ayrı ayrı üzerinde düşünülmesi gereken hasletlerdendir. Abdullah ve inandığı dâvâ için yaptıkları, çocuklarımız için gerçekten güzel bir örnek, çocuklarımızı nasıl yetiştirmemiz gerektiğine dair İslam tarihinde yer almış güzel bir ibret levhasıdır. Küçük Abdullah’ı hayırla yâd ediyoruz... Çocuklarımıza yaş ve durumlarına uygun olarak mesuliyet vermekten ne murad ettiğimizin de anlaşılacağını ümit ediyoruz. Bir âile de her fert kendi sorumluluğunu idrak eder ve sorumluluğunu yerine getirirse o âilede huzur olacağına, yarınlara daha güvenli bakacağına, o âileden yetişen çocukların hayat basamaklarını daha emin adımlarla çıkacağına inanıyoruz.

 

 

 

 

DİPNOTLAR:

1)Sahîh-i Buhârî, Ahkâm ( 20/108) Sahih-i Müslim, İmâra (3/ 1459).

2)Sünen-i Ebî Davûd, Zekât (2/306) El-Müstedrek. Hakim (1/409-410) Hâkim sahih olduğunu söylemiş, Zehebî de onu tasdik etmiştir.

3) Sünen-i Tirmizi, İman (1/9), Rada (3/466). Tirmizi hadis için; "Hasen ve sahih" demiştir.

4)Sahih-i Müslim, Zekat (2/ 691-692)

5) Sahih-i Müslim, Zekat (2/ 692).

6)Sahih-i Buhârî, İman (1/365), Sahih-i Müslim, Vasiyye (3/1251).

7)El-Bidâye ve'n-Nihâye (3/182), Sahih-i Buhari, Fedãil (14/ 26-27)

8)Sahih-i Buhârî, Fedail (16/26-27).

9)Abdullah İbn Ebu Bekr'in(ra)' hayatı hakkında bilgi için bak: Üsdü'l-Gabe (3 299-300). El-sibe, İbn Hacer (2/283)

You might also like!

Leave a Comment